Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Instagram'a erişim engeline ilişkin, "Amerika ve Avrupa'daki kurallara uyma noktasında gösterdikleri özeni mesele Türkiye olunca, vatandaşlarımızın mağduriyeti olunca bizdeki katalog suçlarla mücadelede olunca bilinçli bir şekilde maalesef esirgiyorlar. Bu husustaki rahatsızlığımızı daha önce pek çok kez dile getirdik. İlgili kurumlarımız vasıtasıyla diyalog hattı da kurmaya çalıştık. Ancak arzu edilen iş birliğini henüz tam manasıyla tesis edemedik" dedi. Erdoğan ayrıca, Hamas lideri İsmail Haniye için ilan edilen milli yas ile ilgili "Bazı cibilliyeti bozuk olanlar bizim ona gösterdiğimiz o ilgiyi hazmedemedi. Ya biz sizden mi izin alıp da bunların kararını verecektik" ifadelerini kullandı.
Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan, partisinin genel merkezinde AK Parti İnsan Hakları Eğitimi Programı'na katıldı. Erdoğan, burada şöyle konuştu:
"Dünya siyaseti en sert virajlarından birini dönüyor. Uluslararası sistemde ciddi bir güç boşluğu var. Sadece güç boşluğu değil, bir ahlak, vicdan kaybıyla da karşı karşıyayız. Bu boşluk gün geçtikçe tebarüz ediyor, kendini net olarak hissettiriyor. Hepimizi ürkütmesi gereken kan, zulüm, savaş ve çatışma sahneleri adeta sıradan hale geldi. İnsanlığın kendi ortak güvenliğini temin etmek için tesis ettiği kurumlar, normlar, kurallar günden güne irtifa kaybediyor.
İnsanlığın çok acı tecrübeler sonrasında inşa ettiği kural temelli sistemin yıkılışına hep birlikte şahitlik ediyoruz. Buna mukabil, bu kötü gidişatı tersine çevirecek adımlar da atılmıyor. Ne Srebrenitsa soykırımından ne Irak'ın işgalinden ne Suriye ihtilafından ne de Rusya-Ukrayna savaşından maalesef gerekli dersler çıkarılmadı.
"Gazze kriziyle beraber küresel sistem iflas bayrağını çekti"
Gazze kriziyle beraber küresel sistem iflas bayrağını çekmiştir. Gazze tüm dünyada maskeleri indirmiş, hakikatin üzerindeki perdeleri kaldırmış, on yıllardır bize örnek gösterilen kurumların ne kadar soft olduğunu apaçık ortaya koydu. Gazze'de Filistin halkının maruz kaldığı soykırımı anlatmaya artık kelimeler kifayet etmiyor. Her gün bir yenisi eklenen katliam görüntülerine bakmaya inanın can dayanmıyor. Kafası kopmuş masum bebeklerin artık bu yükü çekemiyorum diyerek babasının mezarı başında gözyaşı döken çocukların, bombaların altında öksüzleriyle birlikte hayatta kalmaya çalışan yüreği yaralı annelerin görüntülerini izlemeye hiçbirimizin kalbi dayanmıyor.
"Netanyahu yönetimi daha fazla çocuk öldürsün diye her türlü desteği sağlıyorlar"
Giderek zalimleşen, şımaran, azgınlaştıkça azgınlaşan bir haydut devlet avuç içi kadar toprak parçasına sıkıştırdığı 2,3 milyon insana kadar 300 gündür barbarlığın her türlüsünü sergiliyor. Dikkat edin, normalde insanlığı ayağa kaldırması gereken bu zulüm karşısında BM Güvenlik Konseyi'nden çıt yok. Yasak savma kabilinden güya bir karar aldılar ama uygulamak için kıllarını dahi kıpırdatmadılar. Batılı ülkeler zaten İsrail'in soykırım politikasının suç ortağı. Netanyahu yönetimi daha fazla çocuk öldürsün diye silah ve istihbarat dahil her türlü desteği sağlıyorlar. Bu desteklerini de gizleme gereği duymadan katilleri avuçları şişinceye kadar alkışlayarak alenen gösteriyorlar. Burada şu ikazı açık açık yapmak durumundayım. Tarih kimin nerede durduğunu çok net biçimde kaydetmektedir. Nasıl bundan 85 sene önce Hitler'in Nazi parlamentosu Reichstag'da yaptığı soykırım konuşmasını heyecanla alkışlayanlar tarihe isimlerini utançla yazdırdıysa günümüzün Hitler'i Netanyahu'nun yalanlarını ayakta alkışlayanlar da aynı şekilde ellerine yapışan o kara lekeyi ömür boyu temizleyemeyecek.
Filistin sınavından hem şahsen hem de ülke ve millet olarak alnımızın akıyla çıkmanın samimi gayreti içindeyiz. Kim ne derse desin, soykırımcıların olması gereken yer Meclis kürsüleri değil, işledikleri suçların hesabını verdikleri mahkeme salonlarıdır. 40 bin insanının ölümünden sorumlu olanlardan hesap sormayıp bir de onları kırmızı halıyla karşılamak açık söylüyorum, vicdansızlıktan öte basiretsizliktir. Bu basiretsizliğin sonucunun nerelere vardığını işte geçen hafta gördük. Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye kardeşimizin İran'ın başkenti Tahran'da şehit edilmesini alkış sahnesinden bağımsız okuyamayız. O korkunç görüntüler Filistin halkını derinden yaralamakla kalmamış, daha kötüsü Netanyahu'yu şımartmıştır. Bütün dünya kamuoyunu İsrail'in ateşkese ikna edilmesini beklerken sonuç müzakerecinin kalleş bir suikastla şehit edilmesi olmuştur.
Ayın 15'inde Meclisimizde Mahmud Abbas'ı konuşturmanın planı içindeyiz. İsmail Haniye kardeşimizi de burada yine konuşturalım demiştik. Hatta Meclis mi olsun yoksa bu salonumuz mu olsun diye Meclis Başkanımız ile onun planlarını yapıyorduk. O planı yaparken hemen ertesi gün maalesef şehadeti duyduk.
"Sizden mi izin alıp bunların kararını verecektik?"
Ülkemizde bir günlük milli yas ilan ederek Filistin halkı ile dayanışmamızı gösterdik. Ama bazı ekranlarda bazı cibilliyeti bozuk olanlar bizim ona gösterdiğimiz o ilgiyi hazmedemedi. Ya biz sizden mi izin alıp da bunların kararını verecektik? Biz milletimizden gerekli izni aldık ve adımlarımızı da buna göre atıyoruz.
"Dijital faşizmle karşı karşıyayız"
Sosyal medya şirketleri adeta militanlaştılar. İsrail'i eleştiren basit bir cümleye bile hemen sansür uygulamayı kendileri için görev addediyor. Filistinli şehitlerin fotoğraflarına bile tahammül edemeyip anında yasaklayan bunu da özgürlük olarak pazarlayan bir dijital faşizmle karşı karşıyayız. İsmail Haniye'nin şehadeti bize düşünce ve ifade hürriyetinin sınırlarını Batılı ülkelerde İsrail'in kaprislerinin belirlediğini çok net göstermiştir.
Gelinen noktada, sosyal medya şirketlerinin çıkarlarına dokunan her hususta mafya gibi davrandıklarına bizzat şahit oluyoruz. Sosyal medya platformlarının bu tavrına esasen yeni tanıklık etmiyoruz. Daha önce Türkiye ile ilgili meselelerde aynı çifte standarda defalarca maruz kaldık, halen de maruz kalıyoruz. Uyarılarımıza rağmen FETÖ'den PKK'sına kadar tüm terör örgütleri bu mecralarda istedikleri gibi at koşturuyorlar. Yine bu platformlarda ülkemizin ortak değerlerine, milletimizin inancına, mukaddesatına alenen hakaret ediyorlar. Suç ve terör şebekeleri bu mecralarda istedikleri propagandayı yapıyorlar.
Amerika ve Avrupa'daki kurallara uyma noktasında gösterdikleri özeni mesele Türkiye olunca, vatandaşlarımızın mağduriyeti olunca, bizdeki katalog suçlarla mücadelede olunca bilinçli bir şekilde maalesef esirgiyorlar. Bu husustaki rahatsızlığımızı daha önce pek çok kez dile getirdik. İlgili kurumlarımız vasıtasıyla diyalog hattı da kurmaya çalıştık. Ancak arzu edilen iş birliğini henüz tam manasıyla tesis edemedik. Burada şirketlerin tavrı kadar rahatsız edici bir diğer durum ülkemizdeki muhalefetin kaypak tutumu. Türkiye, egemenlik hakları çerçevesinde bir adım atıyor, bir tedbir uyguluyor ancak şirketlerden önce meselenin önüne, arkasına bakmadan acaba 'Biz bundan nasıl menfaat sağlarız' diyen muhalefet partileri hemen ayağa kalkıyor.
Kimse kusura bakmasın, ama özgürlükleri savunmak böyle olmaz. Bunun adı ifade hürriyetine sahip çıkmak da değildir. Bunun adı ev zenciliğidir. Batı'dan çok Batıcı, İsrail'den çok İsrailci, ezik olduğu kadar fırsatçı da olan bu ev zencilerinin hayattaki tek varlık gayesi sahiplerine şirinlik yapmaktır. Bizim bunlarla işimiz yok. Bugüne kadar ev zencilerini muhatap kabul etmedik. Onlara sadece acıyarak baktık.
"Ne yaptıysak hukuk ve demokrasi zemininde yaptık"
Hükümet olarak bizim kimsenin özgürlüğüyle, ifade hürriyetiyle, işiyle, aşıyla, ticaretiyle, hayat tarzıyla herhangi bir sorunumuz yok. Bugüne kadar da bu tarz yollara tevessül etmedik. Ne yaptıysak daima hukuk ve demokrasi zemininde yaptık. Şimdi de amacımız Anayasamızın verdiği imkânlar dahilinde insanımızın hakkını korumaktır. Türkiye'nin haklı talepleri karşılanıp, hassasiyetlerine saygı gösterilirse mesele zaten kendiliğinden hal yoluna girecektir."